Otoimmün Hastalıklar

Benim Dünyam'da anlatılan her şey hastalık sürecimde yaşadıklarım ve tecrübelerimden ibarettir. Aldığım kararlar tamamen bana aittir. Doğruluğuna inanmadığınız hiç bir adımı atmayınız !!!

28 Şubat 2017 Salı

Süheyla Teyzem

Süheyla Teyzem,

Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Gastroenteroloji Servisi 3. Kat Oda No 321. Yatak No 1 karaciğer Ayşe Kandemir, Yatak No 4 mide Aşure… , Yatak No 5 safra kesesi Süheyla….

-Nasılsın teyze?
-“Anlamadım”
-Nasılsın, iyi misin?

Sadece kafa sallayabiliyor. Süheyla teyzem, 87 yaşında sadece 33 kilo ve Sayısal Lotodan emekli. Görmüş geçirmiş, belli ki geçmişinde yemeyi, içmeyi, gezmeyi ve bakımı seven bir kadınmış. Zaten dili döndüğünce de tüm bunları anlatıyor. Evlenmiş ancak çocuğu olmamış. Yeğeninin söylediğine göre çocukları hiç mi hiç sevmezmiş bu yüzdende çocuk sahibi olmayı hiç istememiş. Bir çocuğu olmadığı içinde hastanede yeğeni Mustafa bey (40) ona bakıyor şuan. Mustafa beyin anlattıklarına göre Alzheimer hastası teyzem. Ama doktorlar tarafından henüz böyle bir teşhis konmamış kendisine. Safra kesesinde taş oluşmuş, onlarda benimle aynı gün hastaneye yatış yapmışlar. Yaklaşık dört gündür de ERCP operasyonu yapılacak. Kabaca tanımlarsak, ERCP operasyonu ağızdan bir hortum sokularak safra kesesine varılması ve tıkanıklığın giderilmesi işlemi. Anlatılanlara yani tecrübe edenlere göre kolay görünse de biraz zahmetli ve acı veren bir işlem.

Teyzem geldiğimiz günden aç susuz uyuyor ve operasyonu bekliyor. Evet, belki şaşıracaksınız bu duruma ama üç gündür uyuyor ve bir şey yemiyor kendisi. ‘Uyuyan güzel’ misali dememek elde değil ama bizi endişeleniyor onun bu hali. Yeğenleri içinse bu oldukça sıradan bir durum. “Teyzem hep böyledir. Bazen günlerce uyanmaz.” deyip, gülüp geçiyorlar. Zaman zaman uykusunda sayıklıyor bilhassa geceleri.

- “ İki balık ikisi de farklı farklı. Göl ne güzel...”

 Süheyla teyzemin hayat hikayesi uzun ve bir o kadar da renkli. Bir gün eşimle iki yanına oturuyoruz teyzemin ve o soluk gözlerinin içine bakarak sohbete dalıyoruz.

-Süheyla teyze, kaç yaşındasın sen?
-“Sen bileceksin onu”
-Bence elli yaşındasın.
-Gülüyor. “Hiç elli olur mu? Geçtim ben onları.”
-Ama çok genç ve güzel görünüyorsun.
-“Ben gençken nasıldım bir bilsen sen, çok güzeldim. Milli piyangoda çalışıyordum. Yürüdüğümde yer sallanıyordu. İnsan kendine bakmalı ama bıraktım işte. Kocam beni ben de onu çok seviyordum. Sizde sevin birbirinizi ve hiç üzmeyin.”

Gözlerimin içine uzun uzun bakıyor ve o kadar çok şey anlatıyor ki…

-Senin çocuğun var mı? Süheyla teyze
- “Çocuğum olmadı ki benim.”
-Peki, çocukları sever misin?
- “Çocuk sevilmez mi?”

Öyle bir söylüyor ki, hiç gözlerinin dolduğunu görmediğim eşimin gözleri, kıpkırmızı ve ağlamamak için zor durarak bana bakıyorlar. Ah Süheyla teyzem, kim bilir neler yaşadın sen ve şu an kime muhtaç kaldın.

İçten içe biz odadakiler Süheyla teyzenin yeğeni Mustafa beye sinir olmaktayız. Sebep sorarsanız saymakla bitmez emin olun. Sadece yemekten yeme uğrar kendisi. Yanlış anlamayın sakın, teyzeme yemek yedirmek maksadıyla değil, kendi aç karnını doyurma niyetiyle… Öyle ki, kahvaltı saatini kaçırdığında üzüldüğünü bile gördük. Ah insan evladı (!) Kıymetini bilmezsin ki, evinin, yuvanın, kendi yemek masanın. Burada ki iki parmak peynire, bir sallama poşet çaya meyil edersin.

Mustafa bey;
- “ Teyzemin bir evi var iyi de maaşı. Yıllarca diğer yeğeni bakmadı ona bizde kalıyor dört yıldır. Şimdi teyzem hastalandı kalkıp geldiler sahiplenmeye.”
Bunları anlatırken kendini mi aklamaya çalışıyor hiç tanımadığı bu insanlara, yoksa kendini mi inandırmaya çalışıyor bilemediğimiz bir şeylere tartışılır.

Bilmem siz ne düşünürsünüz ama, bir gün elden ayaktan düşeceksem, güneşi, havayı hissedemeyeceksem, ne önemi var evin, paranın? Ha bir gün ha bir yıl daha fazla yaşamışım ne önemi var?





KARACİĞERİMİZİN DEĞERİNİ BİLEMEMİŞİZ

Karaciğerin bu kadar önemli işlevleri olduğunun farkında olmadığımı anladım ilk hastalıkla karşılaştığımda. O kadar önemli ki, Allah onu bizi öyle bir yaratmış ki, sen -karaciğer- kendi kendini bir an önce yenile yoksa insan evladı o nefesi sensiz alamaz demiş. 

Otoimmün hepatit (bir tür karaciğer iltihaplanması işte) hastası olmamız tabi ki karaciğerimizi yerden yere vurmuşuz anlamına gelmiyor. Sebeplerini, nedenlerini, belirtilerini ve sonuçlarını ben sizlere anlatamam. Bunları öğrenmek oldukça basit zaten ama hasta olarak kendime de yaptığım kısa özetim -Bağışıklık sitemini çökertip bizi içeriden bitirmeye çalışan düşmanlarımız var ve karaciğeri hedef almışlar-. O düşmanları içeri alanlarda tabi ki bizleriz. O zaman yapılması gereken tek şey, bu kıymetli vücuda her zaman baktığımızdan daha iyi bakacağız.

Benim gibi "Eee ben zaten iyi bakıyordum." diyorsanız bilin ki iyinin de iyisi daima vardır: ) Günümüz şartları, yaşam alanlarımız, yenen hiç bir şey taş devri saflığında değil. Ne demek istediğimi umarım zamanla burada ifade etme şansımız olacaktır.

"Peki ben otoimmün hepatit hastasıyım düzenli kontrollerim, ilaçlarım, steroid beslenmem devam ediyor ama başka şeyler de yapılmalı-olmalı" diyorsanız benim gibi beslenmenize önem verin ve olabilenin en iyisini yapın. Çok basit yapılacaklar tablosu çıkaralım gelin ve hiç birşeyi oluruna bırakmayalım.

1- Otoimmün hastası olduğum için vücudumun eksik takımlarının hepsini tamamlayacağım.

IFOS onaylı Omega3 desteği alıp, vücudun Omega6/Omega3 oranını ayarlayacağım. Yani zararlı yağları da hayatımdan çıkaracağım. (Dipnot: Her ek gıda takviyesi doğru değildir. Araştırıp alınmalıdır.) Omega3 kaynağı ile güçlü antioksidan kaynağımı da alacağım. Dvitamini gibi elzem yoksunluğum varsa gidereceğim. Probiyotikleri fazlası ile alın.(Dipnot: Pobiyotik denince akla gelen yoğurt ve süt ürünlerinden kesinlikle uzak durun. Fermente gıdaları ve gıda takviyelerini araştırın.)

2-Beslenme tarzımı tamamen değiştireceğim. 

Sevmiyorum,yiyemiyorum,yapamıyorum yok. İlaçlara ve hastalığa mahkum kalmak istemiyorsak bu şart. Otoimmün hastaları SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİNİ, BUĞDAY VE TAHILLARI(Evet bulgur, pirinç, ekmekten bahsediyorum) kesinlikle hayatından çıkarmalı. Bunlara inanmıyor olsanız bir deneyin ne kaybedersiniz. Tek ihtiyacınız iradeniz. Ben bu mantıkla devam ettim zorladım yapabildiğim kadar ve değişmeyen değerlerimin bir anda olumlu yönde değiştiğini görünce "İşte yaa" dedim.

3-Dışarıdan beslenmeyi kesin. 

Evet çalışan biri olarak biliyorum ki zor. Ama diyorum ya yapılabilecek daha iyi şey daima vardır. Zeytinyağlı mevsim sebze yemeklerine, sağlıklı etlere sonsuz güvenin ve tüketin. Sık yemek mantığını çıkarın. Zaten düşük Glisemik Indeksli beslendiğinizde acıkmadığınızı da farkedeceksiniz. Ben bu beslenme ile Hipoglisemi mi de yendim. Artık acıkmıyor ve bir şey yemediğimde ellerim titremiyor, krize girmiyorum. Ekmek ve türevlerini tüketmediğim için acıkmadığımı söylediğim insanlar bana gülerek bakınca, bende onlar acıkınca acıyarak bakıyorum : )

4-Beslenmenin gücüne gerçekten inanıyorsanız dahada derine inin "Beslenme Diyetlerini" araştırın. Bağırsaklarınızı güçlendirin ve iyileştirin. Paleo ve AIP diyeti biz otoimmün hastalar için ve uygulayıp mutlu olanlar sayısız.

5-Hayat felsefenizi değiştirin stresi bırakın ve kendinizi mutlu edecek şeylerle uğraşın. Oldukça zor biliyorum ama sizi mutlu eden şeyler eminim vardır. 

Ne kadar yaşadığın değil, ne kadar kaliteli yaşadığın önemlidir. Gelecek için, kendin için bir şeyler yapmak kadar güzel bir şey olmadığına inanın ve diğer insanlardan farklı olun.

                                                                     Her şey daha da güzel olacak...:)

D vitaminin vücuttaki olumlu etkileri kavramış ve kabullenmişseniz bu yazıyı okuyorsunuz demektir.
O zaman bakalım neler yapabiliriz.
Bence hiç bir doktora kendinizi anlatmakla uğraşmayın ki, tecrübe etmiş biri olarak söylüyorum bunu.
Her ay verdiğim tüpler dolusu kanımdan bir D hormunuma baktırmak için kırk yalan söyledim. 
Ama azmin zaferi:)

Sonuç: İyiki de baktırmışım
Kullandığımdan beri daha güçlü ve ağrısız hissediyorum.







D VİTAMİNİ NASIL YÜKSELTİLİR

Hemen belirteyim; fotoğrafa bakıp ne yiyecekmişiz diye öğrenmeye çalışmayın, maalesef yazılanları okumanız gerekli çünkü D vitamini yiyecek içeceklerle yükselmiyor.:))

D vitamini, yiyecekler içinde en çok balıkta, sütte ve yumurtada var. Lüfer balığının 100 gramında 310 IU D vitamini bulunuyor. Günde on Lüfer yeseniz bile günlük vitamin ihtiyacınızı karşılayamazsınız. Bir litre tam yağlı sütte yaklaşık 60 IU D vitamini vardır. D vitamini ihtiyacınızı karşılamak için her gün birkaç kova süt içmeniz gerekir. Yağsız süt içmeyin boşuna, yağsız sütün D vitamini değeri ise sıfıra yakındır. Özet olarak, yiyeceklerle D vitamini ihtiyacını karşılamak mümkün değildir.

Bir hayal kırıklığı yaşayacağınız şey daha söyleyeyim. D vitamini diye bir şey yok aslında. Çünkü "D" vitamin değil Hormon. Vücut tarafından üretildiği ve dışarıdan alınmadığı için hormon sınıfında.

Bir de üstüne üstlük bütün hormonların yapısında bulunduğu gibi D Hormonunun da temel yapı taşı kolesterol. Hani % 75 i karaciğerimizde üretilen kolesterol. O kolesterol Dehidrokolesterol'e (7-Dehidrokolesterol'e) çevrilecek de kana geçecek de deri altına yerleşecek. Güneş ışınlarının (ultraviyole) doğrudan etkisiyle D vitaminine çevrilecek. Öyle kolay değil yani D vitamini sentezi.

Peki ne yapmak gerekiyor D vitaminini yükselmek için ? Güneşlenme şansınız da yoksa. Ve illa doğal yollardan alacağım diye inat ettiyseniz. Benim yaptığım gibi kültür mantarı alıp onu güneşe koyabilirsiniz. Mantarın içinde bulunan Ergosterol Ultraviyole ışınlarının etkisiyle D vitaminine dönüşür. Sizde salata ve çorbalarınızda veya mantar sote olarak tükettiğinizde D vitamini alabilirsiniz.

Ancak D vitamini almak bütün sorunu tabi ki çözmüyor. Vücudunuzda ve bağırsaklarınızda yeterli miktarda sağlıklı yağ olmazsa D vitamini emilmiyor. Çünkü D vitamini yağda çözünen bir vitamin. Sadece deri altında UV ışınları ile aktif hale gelen D vitamini suda çözünen formda olabiliyor. Dışarıdan yiyeceklerle ya da takviye olarak aldığımız D vitaminin çözülmesi için Sağlıklı yağlara ihtiyacı var.

Öncelikle yapmamız gereken; derimiz tarafından sentezlenen D3 (cholecalciferol) karaciğerimizde (25(OH)D) adını verdiğimiz D3 vitaminine dönüşüyor ya, Bir laboratuvara gidip kanınızda 25(OH)D seviyesini ölçtürmek istediğinizi söyleyip, kandaki miktarını ölçtürmek.

Eğer sonuç 150 ng/ml altında çıkarsa D vitamini bu miktara tamamlamaya çalışmalıyız.Bu düzeylere erişildikten sonra bu düzeyi sürdürebilmek için erişkinlerin günde 5000İÜ, çocukların ise her 12.5 kilosu için 1000İÜ alması gerekmektedir

Bu konuda Ahmet Aydın Hoca ; "Erişkinler günlük 50000İÜ (40 damla kadar D vitamini) alabilecekleri gibi 300,0000İÜ’lik 1 ampul depo D vitamini içerek de ihtiyaçlarını giderebilirler (iğne yapılmasına gerek yoktur, çünkü ağızdan alınan da aynı derecede etkilidir). Depo D vitamininin güvenli olduğu gösterilmiştir.

12.5 -25 kg arsında olanlar 6 ayda bir 1 ampul,
25-37.5kg arasında olanlar 4 ayda bir 1 ampul,
37.5-50 kg olanlar üç ayda bir 1 ampul D vitamini içebilirler.

12.5 kg’ın altındaki çocuklara D vitamininin günlük damla olarak verilmesi tercih edilir. Her kilo için 100İÜ uygundur. Piyasadaki D vitamini damlasının, 3 damlasında 400İÜ D vitamini bulunmaktadır." diyor.

Yani yazının başında söyleseydim Eczaneden gidip D3 vitamin ampulü alıp kırın için bakın keyfinize diye. "Yok biz doğal beslenerek alıcaz, yok güneşlenince faydalıymış bu" diye daha bir sürü itiraz gelecekti. Artık tüm gerçekleri öğrendiniz D vitamini yükseltmek öyle kolay bir şey değil..:))

Hadi şimdi gidin Eczaneye, Kışın 10 günde bir yazın da ayda bir kırın için bir ampul:))


                                                                                            Sevgiyle...
                                                                          Hakan Reşat KİREÇ
                                                         Veteriner Hekim
                                                                                               

https://www.facebook.com/sagliklibeslenmeveegzersiz/
http://hrksaglik.com/blog

27 Şubat 2017 Pazartesi


İyileşme diyetinize nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız ilk adım,benimde yaptığım gibi, vücudun istediklerini tamamlamak olabilir.
 Nasıl mı? 
Vitamin eksikliklerinizi gidererek ve gerekli besin takviyelerinizi alarak...

Ülkemizde insanlar bilmesede çoğunlukla D vitamini(vitamin değil hormon) açlığı çekmekteyiz.
 Efendim tatile gittim bugün güneşte yürüdüm olmaz mı? derseniz. 
Olmaz! 
Çok basit test ile sizde gerçeği görebilirsiniz. Doğrunun kararına ise kısacık araştırma ile ulaşabilirsiniz.



OTOİMMUN HASTALIKLARDA D VİTAMİNİ ETKİSİ

Hormonlar kabaca vücut fonksiyonlarımızı düzenleyen ve vücut tarafından üretilen kimyasallardır aslında diye tanımlanabilir.

Belirli organ ya da dokulara mesaj taşıyan kimyasal moleküllerdir. Kan yoluyla taşınırlar ve yalnızca belirli organ ve dokulara etki ederler. Yani vücudunda bulunan bir kimyasalın anlatılan özellikte olması onu hormon özelliğine taşır. Dolayısıyla hormonların az üretilip azalması, çok üretilip çoğalması vücut fonksiyonları için mutlaka problem yaratır.

Bildiğimiz belli başlı hormonlardan Melatonin hormonu Örneğin; Az salgılanırsa uykunuz kaçar uyuyamazsınız. Çok salgılanırsa kansere davetiye çıkardığı söyleniyor ancak bunla ilgili bilimsel bir yazı okumadım henüz. İnsülin hormonu mesela, az salgılanırsa Şeker hastası olursunuz çok salgılanırsa İnsülin direnciniz oluşur ve Obesite hastası olursunuz. Aynı şekilde Troid hormonlarının da az salgılanması Guatr, Haşimato çok salgılanması Hipertroid ve metabolizma bozuklukları yapar en basit anlatımıyla. Bu örnekler çoğaltılabilir elbette ama bu yazının konusu hormon metabolizması değil maalesef.

Gelelim D vitaminine: İsminden dolayı İnsanların yaşamsal fonksiyonlarını düzenleyen en önemli hormon olduğunu ALGILAYAMADIKLARI D vitaminine.

Pozitif Tıp Bilimi eğitimi almamış veya Pozitif Tıp Bilimi eğitimi almış olsa bile karakter(!) olarak yapısında İşgüzarlık bulunan insan tiplerinin yönlendirmesi ve algı yanlışlığıyla güneşlenin yeter yönlendirmeleri yüzünden sürekli eksikliği görülen D vitaminine.
Bilimsel bir çalışmaya gerek bile olmadan, içinde art niyet ve işgüzarlık olmayan, dediğim dedik karakterlerden uzak ve biraz aklını kullanabilen insanların algılayabileceği bir şey göstereyim şimdi size.
D vitaminin mutlaka bilmediğimiz fonksiyonları da vardır.

Ancak D vitaminin kandaki seviyesi Kanser hastalarında 10 ng/ml nin altında Otoimmun Hastalıklarında ise 25 ng/ml nin altındadır.

İstisnalar kaideyi bozmaz diye bir atasözümüzü de hatırlatarak bu limitlerin üstünde Kanser veya Otoimmun Hastaları da vardır mutlaka.

Ama genel bir bakış açısıyla bakarsak D vitamini eksikliği Otoimmun Hastalıkların sebebi olduğunu söyleyebiliriz. Bu etki belki direk etkidir, belki dolaylı etkidir. Onun çalışmasını Bilim İnsanları yapsın bulsunlar. Onu da ben bulmayayım..:)) (narşistliğim tuttu bu arada) Bu konuda işgüzarlara değil elbet, Referans aldığım iki Bilim İnsanına bakıyorum ben. Birincisi Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay.

Karatay Hoca D vitamini toksik dozu yoktur diyor. Bunun dışında söylenen her söz benim için Laf-ı Güzaftır.
Şimdi örnek verdik 3 hormondan üçünün de azı şunu yapar, çoğu bunu yapar dedik. D vitamini de bir hormonsa azı kötü bir şey yapıyorsa çoğu da ters bir sonuç doğurmalı diye muhtemelen aklınız karıştı.
D vitaminin toksik dozunun olmamasının nedeni D vitaminin diğer hormonlardan ayrı bir yeri ve görevi olmasından kaynaklanmaktadır. D vitamini diğer hormonlar gibi kandaki seviyesi yükselip fonksiyon bozukluğuna yol açmamaktadır.
Çünkü D vitamini Bağışıklık Sisteminin ve Bağışıklık hücrelerinin kullandığı ilk ve en önemli maddedir. Hani Ümit Aktaş saniyede her hücreden 2.000 antikor üretiliyor diye bilgi vermişti ya. İşte bu sistemin kullandığı ilk maddedir D vitamini. Bitmemesi içinde güneş enerjisi ile üretilir D vitamini.Hani işgüzarlar tavsiye verirler ya bol bol güneşlenin diye, D vitamininin tek ve doğal yolu güneşlenmektir diye.
Bu olayı algılayamadığından ve içindeki pis işgüzarlık duygularını atamadığından söylerler bunları.Oysa vücutta hiç bitmemesi için Güneş enerjisi ile çalışan piller gibi üretilmektedir D vitamini. Ama işgüzarın tabi ki bundan haberi yoktur. Yani güneş ışığının olmadığı zamanlarda da D vitamini alma zorunluluğu vardır.

Bu konuda referans alınacak ya da benim aldığım ikinci Bilim İnsanı Rahmetli Prof Dr. Sevgili Ahmet Aydın Hocamızdır.

Hani bize D vitaminin seviyesinin 30 - 40 ng/ml seviyelerinde yeterli olduğu masalını anlatır ya İşgüzar karakterlerimiz.

Ahmet Aydın hoca ise şöyle demektedir;
"Porto Rikolu bir çiftçide 225 nmol/L’lik bir D vitamini düzeyi saptanmıştır. Suni ultraviyole ışın altında en yüksek elde edilen düzey 275 nmol/L’dir. Üst limite ulaşıldığında artık daha fazla aktif D vitamini metabolitleri sentezlenmemekte, D vitamini öncülleri inaktive olmaktadır. Bu nedenle 275 nmol/L normalin üst sınırı olarak kabul edilebilir."

O yüzden işgüzarlığa gerek yoktur. Zaten 275 nmol/L değere gelince vücut D vitamini sentezini otomatikman durdurmaktadır.Yani vücut fonksiyonları bazıları gibi işgüzar değildir. Sadece görevlerini yapar, hem de en mükemmel şekilde.Tabi sen ayak altında dolaşıp görevini yapmasını engellemessen:))

Ve Ahmet Aydın Hoca yine " Eğer yeteri kadar güneşlenemiyorsak D vitamini takviyesi almalıyız." tavsiyesi vermiş ve bununla ilgili değerleri de sunmuştur.

"Erişkinler günlük 5000İÜ (40 damla kadar D vitamini) alabilecekleri gibi 300,0000İÜ’lik 1 ampul depo D vitamini içerek de ihtiyaçlarını giderebilirler (iğne yapılmasına gerek yoktur, çünkü ağızdan alınan da aynı derecede etkilidir). Depo D vitamininin güvenli olduğu gösterilmiştir.

12.5 -25 kg arsında olanlar 6 ayda bir 1 ampul,
25-37.5kg arasında olanlar 4 ayda bir 1 ampul,
37.5-50 kg olanlar üç ayda bir 1 ampul D vitamini içebilirler.
2.5 kg’ın altındaki çocuklara D vitamininin günlük damla olarak verilmesi tercih edilir. Her kilo için 100İÜ uygundur.

Piyasadaki D vitamini damlasının, 3 damlasında 400İÜ D vitamini bulunmaktadır. Ek olarak kalsiyum almak gerekmez, hatta sakıncalı da olabilir.
Kanser, kalp hastalığı, mültipl skleroz, romatizmal hastalıklar ve otoimmün hastalıklar gibi kronik hastalıklarda günlük ihtiyaç çok daha fazla olabilir.

Bu hastalarda ideali kan seviyelerine bakarak 25 OHD vitamini düzeylerini 80-100 ng/mL arasında tutmaktır." demektedir.

Kıssadan hisse bölümüne gelirsek muhtemelen D vitamini eksikliği direk ya da dolaylı etkisiyle Otoimmun Hastalıkların oluşmasına ve iyileşmesinin engellenmesine neden olmaktadır.
O yüzden D vitamini kandaki seviyesi Ahmet Aydın Hocamıza göre 80-100 ng/mL bana göre 150 ng/ml ye getirilmeli ve günlük Yetişkin insanlar da (18 yaşından büyük) 5000İÜ (40 damla kadar D vitamini) takviyesi yapılarak bu seviyeler korunmalıdır. Bu günlük yapılan takviye sağlıklı insanların Otoimmun Hastalıklara yakalanmasını, Otoimmun Hastalığa yakalanmış olanların iyileşmesine yardımcı olabilir.

Unutmayın En İyi Yatırım Sağlığınıza Yaptığınız Yatırımdır..

Aklınızda Olsun..:))
        Sevgiyle..
                                                                                                  Hakan Reşat KİREÇ


                                                                                                       Veteriner Hekim
                                                                                               

https://www.facebook.com/sagliklibeslenmeveegzersiz/
http://hrksaglik.com/blog

FİBROMİYALJİ...


BENDE FİBROMİYALJİ VAR DİYENLER...!!!
Hadi Buyurun Bakalım Teste..
FM hastalığından şüphe edenler veya bu hastalığı olanlar, hastalık şiddetlerini belirlemek amacıyla bazı soru ve cevapların bulunduğu bir anket formunu doldurmaları gerekir.


Böylece kendilerinde hastalık mevcudiyeti hakkında nete yakın bir bilgi alabileceklerdir.

FİBROMİYALJİ RİSK TESTİ,

1-YAKINMALARIN BAŞLAMA SÜRESİ
A ) 3 aydan daha kısa : 0 puan...
B ) 3 aydan daha uzun : 10 “

2-VÜCUTTA HASSAS NOKTALARIN MEVCUDİYETİ
18 hassas noktadan her biri 5 puan değerinde olup bu noktaların varlığı ancak hekim muayenesi sonrası ispatlanır.
Vücutta simetrik konumda olan bu noktalar, önde; köprücük kemiğinin üstünde ve önündeki boşlukta, dirseklerin üstünde, dizlerin içyanında ve kalçaların dışyanında toplam 5 çift, vücudun arkasında; boyunun en üst kısmından aşağı sırta doğru 4 sırada toplam 8 nokta olmak üzere vücutta 18 hassas nokta bulunmaktadır.
Kesin tanı için; en az 11 noktanın üzerine basmakla hastayı rahatsız eden bir hassasiyetin olması şarttır.

3-CİNSİYET
A ) Erkek : 2 puan
B ) Kadın : 5 puan

4-HASTANIN YAŞI
A ) 20’den genç : 1 puan
B ) 21-45 : 5 puan
C ) 46-65 : 3 puan
D ) 65’den fazla : 1 puan

5-LABORATUVAR BULGUSU
A ) yok : 5 puan
B ) var : 0 puan

6- HASTALIĞI BAŞLATAN NEDEN
A ) Aşırı stres, önemli üzüntü, korku : 5 puan
B ) Travma (kazalar önemli düşmeler) : 3 puan
C ) Enfeksiyon sonrası : 3 puan
D ) Evlilik sorunları : 2 puan
E ) Ciddi mesleki sorunlar : 2 puan

7 -SIK RASTLANILAN HASTALIK BELİRTİLERİ
1) Yorgunluk : 5 puan
2) Uykudan dinlenmemiş olarak kalkmak : 5 puan
3) Hassas barsak sendromu : 4 puan
4) Unutkanlık : 4 puan
5) Uyuşma karıncalanma : 4 puan
6) El ve ayaklarda soğuğa tahammülsüzlük : 4 puan
7) Sabah vücutta tutukluk : 3 puan
8) Baş ve yüz ağrıları : 3 puan
9) Hafızada boşluk hissi : 3 puan
10) Bacaklarda huzursuzluk : 3 puan
11) Çene ekleminde sorunlar : 3 puan
12) Karında gaz ve geğirtiler : 3 puan
13) Ağız ve göz kuruluğu : 3 puan

8 - HASTALIĞA EŞLİK EDEN DİĞER BULGULAR
1) Panik Atak : 2 puan
2) Kaslarda sebepsiz kramplar : 2 puan
3) Ani idrara çıkma hissi : 2 puan
4) Adet öncesi gerginlik : 2 puan
5) Görmede olumsuzluklar, ışıktan kaçış : 2 puan
6) Sebepsiz baş dönmesi ve işitme kaybı : 2 puan
7) Eklem ve bağlarda gevşeklik : 2 puan
8) İştah anormallikleri : 2 puan
9) Kötü kokulardan ve gürültülerden rahatsızlık : 2 puan
10) Nedensiz terlemeler : 2 puan
11) Göğüs- kalp bölgesinde ağrı ve çarpıntı : 2 puan
12) Deride kuruluk, kaşıntı, renk değişiklikleri : 2 puan
Toplanan puanlar 115 ve üzeri ise Kesin FİBROMİYALJİ
80-110 arası Muhtemel FİBROMİYALJİ
80 puanın altında çıkarsa kişi FM değildir.



                                                                                                              Sevgiyle..
                                                                                                  Hakan Reşat KİREÇ

                                                                                                       Veteriner Hekim
                                                                                               

https://www.facebook.com/sagliklibeslenmeveegzersiz/
http://hrksaglik.com/blog

Kim bilir nerdesin ne halde...(?)

Aşure Abla…

(Ankara banliyö treninin sesi duyuluyor)

-“Trenleri dinliyorum binemiyorum. Arabamızı özledim Sülocan. Otobüs ile yolculuk yapmayı da… Evimi özledim, komşularımı… Ev işi bile yapmak istiyorum. Koşuşturmak… Cam silmeyi de özledim…”
(Kocası gülümseyerek )

-“Bak! Al sana bir sürü cam. Önce hastaneninkilerden başla.”

Ne güzel dertleşiyorlar karıkoca. Aşure ablam daha otuz ile kırk yaşları arasında, genç denecek yaşta. Kendisinin anlattığı kadarıyla, Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’ne mide ağrısı şikayeti ile gidiyorlar. Teşhis kısa ve net, mide kanseri. Acil olarak midesinin bir kısmını alıyorlar. İşte tüm hatalar bununla başlıyor. Yanlış anlamayın, hata midesinin bir kısmının alınmasından değil, tamamının alınmamasından ileri geliyor. Alınmayan kanser hücreleri giderek yayılıyor. Sevk ediliyor Onkoloji Hastanesine ve sonrasında Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesine. Tüm aile tam dört aydır hastanede yatıyor. Ablası, Aşure ablanın yatağının hemen ucuna bir karton ve oradan buradan bulabildiği bir battaniye ile gecesini geçiriyor. Yokluk mu yoksa imkansızlık mı bunun adı tartışılır. Doğru olmayan ve sağlıksız şartlar onun ve bizim için… Kızamıyorsun ki! Ne diyeceksin(?)O ister mi aylardır ailesi ile buralarda sürünmeyi (?)
Hastane kahvaltısı bir dilim ekmek, nerdeyse yarım kalıba yakın beyaz peynir, sallama çay ve reçelden oluşuyor. Hiç cazip gelmedi demi sizlere(?)Aşure ablanın kahvaltısı ise “mama” dedikleri birkaç litrelik beyaz bir sıvı. Yanında dilemediğin kadar antibiyotik, ağrı kesici daha adını bilmediğim bir sürü şişeler ile dolu sıvılar. İşte Aşure abla gibi hastalar o kahvaltıyı yapabilmek için can atıyorlar. Düşünsenize insanın bir lokma çiğneyip yutabilmesi nasıl bir nimettir? Yiyemiyorum tabağımı alıp hemen koridora atıyorum kendimi. Ben Aşure ablayı gördükçe şükrediyorum ve ona saatlerce dua ediyorum. Kendi derdimi unutuyor onun için Allah’a yalvarıyorum.

(O da Allah’a…)

-“Allah’ım artık dayanacak gücüm kalmadı zoruna gitmesin bu kulunun söyledikleri ama şifam varsa ver yoksa artık canımı al!”


Bu sözleri söyleyecek kadar çaresiz kalmışsanız hayatta, ya çok bencil ve şükretmekten yoksunsunuzdur ya da gerçekten çok acı çekmiş ve artık tüm yolların size kapalı olduğunu hissetmişsinizdir.  

Mart 2016


Yeni hayatlar biriktiriyorum şu gencecik yaşımda
Görmediklerimizi, duymadıklarımızı, yaşamadıklarımızı gösteriyor bu hastane koridorları bana
Yeniden dua etmeyi öğreniyorum,
Şükretmeyi de…
Ayakların yere basarken ne kadar da kolaymış yaşamak,
Kaygısızca başını yastığa koymak…
Zor olan paranın hesabını yapmak değilmiş

Hayatla hayatını hesaplaştırmakmış.



Bir çok makale ve yazı okuduktan sonra beslenmenin vücutta ne gibi etkiler yarattığını anlayıp kavradıktan sonra bu yolda ilerlemeye karar vermiştim. Zira ilacın beni tedavi etmediğini sadece hastalığımı kontrol altına aldığını gayet iyi biliyordum. Doktorlar da biliyordu ancak onlar ilaca tedavi yöntemi olarak bakıyorlardı. 
Neden ufacık bir nezle olduğumuzda C vitamini alma mantığı vardır? Vücut direncini destekleyeceğini düşünürüz değil mi? İşte çok basit bir örnek size. Bu da böyle bir şey bunu kabullenmeyecek ne var?
Öncelikle gıda takviyelerine başladım. Kortizondan dolayı tuz kullanmıyor ve yaklaşık 3-4 litre su tüketiyordum. Hala da öyle... Bu sayede sadece geçici ödemlerim oldu yüzümde, buna engel olamazdık kortizon kullananlar bilir. Şuan ise hastalığımın başladığı kilodan daha da düşük bir kilodayım. Tamamen sağlıklı beslenme ile buna ulaştım. Oysa bir çok kortizon kullananlarda yerleşmiş kilo bilinen bir sonuçtur.
Başlangıç adımları bu kadardı ve daha da derine indim hangi gıdalar vücudumu yıpratmıştı...




İYİLEŞME BESLENMESİ

Beslenme ile ilgili bir yazı yazarken, insanların kendi kararlarını kendilerinin vermesini teşvik eden örneklerim ile başlamayı seviyorum. Çünkü hem benim için ikna edici bir yol, hem de okuyan için boşa zaman kaybedilmemiş oluyor.

İnsan doğru beslenip beslenmediğini nasıl anlar?

1-Boy aynasının önüne geçin, aynada gördüğünüzden memnunsanız yazının geri kalanını okumanıza gerek yok. Aynı şekilde beslenmeye devam edin. Beğendiğiniz şey kaşın gözün olmamalı tabi ki. Göbeğin basenlerin ve cildinden bahsediyorum. Yani kilon yerli yerinde cildinde sarkma kırışıklık leke yara yoksa aynı şekilde beslenmeye devam edebilirsin. Çünkü insanlar bunu sağlamak için beslenmelerini değiştiriyorlar. Sen bunu sağlayabildiysen kimseden tavsiye almaya ihtiyacın yok. Aynada gördüğünü beğenmediysen beslenmeni ve yaşam tarzını değiştirmen gerekli. Buna senden başkası karar veremez elbette.

2-Aynada gördüğünü beğenmeyenler beslenmelerini değiştirdiler. Aynada gördüğünü beğenenler için ikinci aşama dış görünüşlerinde sorun olmadığına göre içlerine bakmak zorundalar. İçinizde bir hastalık var mı? İçinizde bir hastalık varsa: tansiyon, şeker, kanser, alzhemier, parkinson veya herhangi bir otoimmun hastalık varsa beslenmenizi değiştirmelisiniz.

3-İçinde bir hastalık olmayanlar en son büyük abdestlerine bakmalılar. Kronik ishal kronik kabızlık, kötü koku varsa, midelerinde gaz, şişkinlik, reflü, ülser vs varsa MUTLAKA yanlış besleniyorlardır.

Bu üç maddeyi inceleyip beslenmelerinde bir değişiklik yapmak zorunda olmayanlar ya da bunu istemeyenler. Yazının geri kalanını okumalarına gerek yok.

Bundan sonraki tavsiyeler Beslenme şekillerini değiştirmeye karar verenler içindir. Ancak tavsiyeler Elma ye Armut yeme günde 3 öğün ye 3 de ara öğün ye şeklinde Yo Yo diyet tavsiyeleri değildir. İyileşme Beslenmesi Günde 2 öğün Beslenmeyi tavsiye eder.

Daha doğru bir anlatımla Beslenmede rol oynayan hormonların hepsinin birden sağlıklı çalışmasına izin veren bir sistem uygulamanızı tavsiye eder. Yani yemek yedikten sonra salgılanan insülin hormonunun kandan temizlenmesi sonra glukagon hormonunun salgılanması ve en sonda leptin hormonunun salgılanarak depo yağlarının da kullanılması sağlanır. Bu evrelerden sonra tekrar beslenmeye geçilir. Bütün bunlar yaklaşık 6 - 7 saat arası sürdüğünden günde 2 kere beslenilmesi ve gün içinde bol su içilmesi İyileşme Beslenmesinde temel esaslardır.

Yiyecek listelerinin yayınlanmasından ziyade 2 öğün kuralına uymak ve bu kurala uyabilmek için kendinizin belirlediği gıdaları tüketmek esastır. Bir liste beklentisinde olanlar da okumayı bırakabilirler.
Çünkü bir süre sonra ne yerseniz acıkıyorsunuz ne yerseniz acıkmıyorsunuz kendiniz öğrenip ona göre eliminasyon yaptığınızda kendi listeniz ortaya çıkmış olacaktır.
Okumaya devam edenler. Beslenme bir bütündür. Mucize bir gıda ya da Mucize bir ilaç yoktur. Bu yüzden vücudunda doğru gıdaları sokmak ve biriktirmek zorundasınız.

Örneğin: Vücudunuzda şeker biriktirirseniz başta Kanser olmak üzere her türlü hastalığa yakalanırsınız. Bunun tam tersine Şeker yerine günlük C vitamini alırsanız başta Kanser olmak üzere çoğu hastalığa yakalanmazsınız.
Ve karın doyurmak, göz doyurmak, ağız tadına göre beslenmek mevcut hastalıklarınızın iyileşmesini, sağlıklı halinizin de devamını sağlamaz,
Çünkü şimdiye kadar öyle beslendiniz ve hastalıklarınız oluştu. Bunu tersine çevirirseniz vücudunuz sizi iyileştirir. Sadece bunu yapmasına izin verin.
İyileşme Beslenmesi hücrelerinizi doyurmaya yönelik beslenme tavsiyeleri verir size.

1-Beslenmenin en önemli gıdası Oksijendir. Hücrelerinizin Oksijen almasını engelleyici her türlü gıda ve madde İyileşme beslenmesine geçmenizi önler. Bu yüzden sigara içenlerin yazının geri kalanını okumasına gerek yok maalesef..:))
Hücrelerinize Oksijen girmesini sağlayan ve enerjisinin oluşmasına neden olan en önemli gıda maddesi Koenzim Q10 dur. Koenzim Q10 dan zengin gıdalarla beslenmeniz ve zaman zaman mutlaka takviye şeklinde almanız önemlidir.
Hücrelerinizdeki gıda geçişini kolaylaştıran diğer bir madde tarçındır. Toz ya da çubuk olarak kullanabilirsiniz. Tarçının bir çok faydası yanında en önemli özelliği hücre beslenmenizi dengelemesidir. Mutlaka günlük beslenme menünüze eklemelisiniz.
Ve son olarak da kandaki Demir seviyeniz çok önemlidir. Çünkü demir hücrelere oksijen taşır. Eksik Demirle hücrelerinize yeterli oksijen taşıyamazsınız.

2-Beslenmenin en önemli ikinci gıdası Su dur. Ve çoğu insan suyun Hücreler için çok gerekli bir gıda olduğunun farkında bile değildir. Kola gibi meyve suyu gibi ıvır zıvır kutu içindeki sıvı içecekleri tüketmesi Suyun öneminin anlamadığına dair en önemli delildir.
Bir de suyu hayatının her alanında her şeyi yıkamakta kullanır insanoğlu.
Mesela arabası vardır her hafta iç dış yıkatır. Ev hanımları evlerini, halılarını, bulaşıklarını yıkar kimse bir şey söylemeden. Hatta herkes uyanınca yüzünü yıkamayı akıl ederde, Ancak İç Organlarını, Hücrelerini yıkamak kimsenin aklına gelmez.

Suyu niye içtiğimizi hiç düşündünüz mü?

Sadece susadığımız için değil mi?

Hayır.

Hücrelerimizde kendilerini yıkasın, temizlensin diye de su içiyoruz. Dolayısıyla günlük yeteri kadar su içmiyorsanız Beslenme programı yapmanıza da gerek yoktur. Vücudunuz İyileşme moduna geçemez çünkü.
Su içmenin miktarını idrar renginiz belirler. İçtiğiniz su rengindeyse idrarınız sorun yoktur. Koyu ise yeterli su içmiyorsunuz demektir. Yeterli su içmeye niyetiniz de yoksa sizin için tavsiye edebileceğim de bir şey yok maalesef. Yazının geri kalan kısmını okumak için boşa vakit kaybetmeyin.

3-Beslenmenin üçüncü temelini bana göre Omega 3 oluşturur. Vücudun doğru şekilde çalışabilmesi için günlük mutlaka sağlıklı yağ ihtiyacının karşılanması gerekir. Ayrıca birçok yararının dışında vücudunuzdaki iltihaplı ya da iltihapsız influmasyonu baskılayıp yok ettiği için Omega 3 şart bir gıdadır.
Vücudunuzdaki influmasyonun baskılanması Bağışıklık Sisteminizin rahatlaması daha güçlü hale gelmesi demektir. Hani ne kadar erken yatsanız bile yorgun kalkıyorsunuz ya, bunun nedeni siz uyuduktan sonra bile Bağışıklık Sisteminizin vücudunuzdaki influmasyonu yok etmek için çalışmak zorunda kalması ve enerjinizi boş yere harcaması yüzündendir.

Günümüz şartlarında Omega 3 ü sadece beslenmeyle karşılayamacağınızı ve MUTLAKA takviye olarak almak zorunluluğunda olduğumuzu unutmayın.

4-Bu basamak da başta Demir, D ve B12 Vitaminleri olmak üzere ihtiyaç duyulan, eksik kalmış bütün vitamin ve mineralleri günlük menümüze almalıyız .
Günlük enerji akışımızı Bağışıklığımızı vs gibi işleyişimizi vitamin ve mineraller sağlar. Mesela tuz olmasa beynimizdeki sinir iletimlerinde aksama olur ama tansiyon probleminde Klasik Tıpçılar tuzu kesmemizi önerir. Oysa yüksek tansiyon tuzdan değil şeker probleminden oluşur. Tabi burada rafine tuzdan bahsetmiyoruz. Artık kaya tuzu kullanılması gerektiğini bilmeyen yoktur diye düşünüyorum.
Ayrıca İyot olmazsa mesela Troid bezi Troid hormonunu oluşturamaz, iyot olur tiroid hormonu oluşursa, bu hormon birçok organın sağlıklı çalışmasını ve vücuttaki enerjinin dengelenmesini sağlar.
O yüzden mevsime yaşa göre eksik vitamin ve minerallerin tamamlanması İyileşme Beslenmesinde çok önemlidir.

5-Beslenmenin bir anlamı olabilmesi için, içilen yenilen gıdaların sindirilebiliyor olması gereklidir. Bu da sağlıklı mide sağlıklı ince bağırsaklar ve sağlıklı kalın bağırsakların mutlaka olmasını gerektirir.
Bu yüzden yediğiniz besinlerde lif olması gereklidir, mide ve bağırsakları geçerken de hem onların çalışmasına yardımcı olmalı ve yeterli sürelerde oralarda kalarak emilimleri sağlanmalıdır.
Doğru ve sağlıklı çalışmayan mide ve bağırsaklar sizin İyileşme beslenmenize geçmenize izin vermez. O yüzden bağırsak geçirgenliğine dikkat etmek ve bağırsakların içlerini probiyotik (faydalı) bakterilerle mümkün olduğu kadar doldurmak sizi hemen İyileşme Beslenmenize geçmenizi sağlar.
Sağlıklı Bağırsaklarınızın olması için KPP kuralına uymanız gereklidir. Yani Kolajen gıdalarla bağırsak geçirgenliğini tedavi et. Probiyotik Bakterilerle Sindirim ve Bağışıklık duvarı oluştur. Prebiyotik Gıdalarla da Probiyotik bakterilerini besle ki, azalmasınlar güçsüz kalmasınlar, diğer patojen bakteri ve mantar oluşumuna izin vermesinler.

6-İyileşme Beslenmesinin son aşaması vücutta antijen – antikor dengesini sağlamaktan oluşur. 
Antijen: Canlı vücuduna dışarıdan giren ve antikor oluşmasını sağlayan yabancı maddelerdir .
Vücut için yabancı ve çoğunluğu, protein yapısında olan maddelerdir.
Bakteriler ve büyük moleküllü proteinler de vücutta antikor oluştururlar. Her ne kadar antijenlerin çoğunluğu protein yapısındaysa da, büyük moleküllü poli-sakkaridler, polisakkarid-lipid bileşikler de antijen özelliğinde olabilirler.
Genel olarak, bir maddenin antijen özelliği taşıması için büyük moleküllü olması gerekmektedir. Buna göre protein bile olsa, eğer bir madde küçük moleküllüyse, antijen özelliği gösteremez. Gıdaların parçalanarak bağırsaklardan geçmesi bu yüzden çok önemlidir.

Unlu Şekerli Gıdalar Süt ve Süt Ürünleri ne kadar parçalansalar da bu kuralın dışında direk Antijen özelliği gösteren yiyeceklerdir.

Bir önemli konuda Antijen özelliği olan gıdayı az yemekle çok yemek arasında bir fark yoktur. Çünkü Bağışıklık Hücrelerinin hafızası vardır. Vücuda antijen girer girmez az ya da çok olup olmadığına bakmadan Antikor oluşturur.
Yani bir dilim ekmek yedim, bir çorba kaşığı keşkül kaşıkladım, bir yudum süt içtim diyerek sadece kendinizi kandırırsınız.
Dolayısıyla Bağışıklık ve Sindirim Sisteminin yorulmadan çalışmasına, Güçlü olmasına göre İyileşme Beslenmesi mevcut bütün hastalıklarınızı tedavi eder. Sadece buna izin vermeniz gereklidir.
Bu bilgiler ışığında Hücre Beslenmesine yardımcı olacağınızı düşündüğünüz ve intoleransınızın olmadığı her gıdayı tüketebilirsiniz.

                                                                                                   Hakan Reşat Kireç
                                                                                                      Veteriner Hekim